EM® NEDİR?

EM® “Etkin Mikroorganizma” teriminin kısaltılmış şeklidir. EM® değişik türde mikroorganizmalardan oluşmaktadır ve doğadan toplanarak kendine özgü şartlarda üretilmekte piyasada kahverengimsi sıvı şeklinde bulunan bir mikroorganizma kokteylidir.

EM®, Japonya’nın Okinava kentindeki Ryukyus Üniversitesi’nden Prof. Dr. Teruo Higa tarafından geçen yüzyılın sonlarında geliştirilmiştir. Üzerinde yoğun araştırmalar yapılarak mükemmelleştirilen EM®’nin kullanımı tarım, hayvancılık ve çevre alanlarında tüm Dünya’da son 20 yıl içinde son derece yaygınlaşmıştır.

EM TEKNOLOJİSİ® NEDİR?

EM® Teknolojisi, Etkin Mikroorganizmaların kullanıldığı teknoloji anlamına gelmektedir. EM®, tek bir mikroorganizma türü olmayıp, çeşitli mikroorganizma gruplarının karışımından oluşmaktadır. İnsanlara, hayvanlara ve doğaya olumlu ve sağlıklı etki yapar . Bu mikroorganizmaların çoğu gıda ve sağlık alanlarında geçmişten bu yana kullanılmaktadır.

EM® kullanımının sağlık açısından güvenli olduğu, belirli araştırmalar çerçevesinde Japonya ve diğer ülkelerde kanıtlanmıştır. Tarımsal uygulamaların dışında hijyen gerektiren yerlerde de kullanılmaktadır. EM® Teknolojisi tarım, hayvancılık, balıkçılık, çevre ve tıp alanlarında uygulanmaktadır.Etkin Mikroorganizmalar®, hem aerobik (oksijen içeren) hem de anaerobik (oksijen içermeyen) ortamlarda yaşayabilen mikroorganizma gruplarından oluşmaktadır.

Yeryüzündeki mikroorganizmalar temelde üçe ayrılır: Bozguncu (Dejeneran) mikroorganizmalar, Yapıcı (Rejenerant) mikroorganizmalar ve Fırsatçı (Nötr veya Opportünist) mikroorganizmalardır. Etkin Mikroorganizmalar®, genel olarak yapıcı mikroorganizmalar sınıfına girmektedir. Organik maddelerin bozunmasını (kokuşmasını ya da oksidasyonunu) engelleyip, fermantasyona neden olurlar. Böylece doğayı sağlıklı kılarlar ve birçok biyolojik aktif maddenin ve antioksidan maddelerin oluşmasını sağlarlar. Antioksidan maddeler, sadece oksidasyonun zararlarını engellemekle kalmaz, oksidasyonu, bir başka deyişle çürümeyi (ya da kokuşmayı) durdurup temel yapısına dönüşümünü sağlayabilmektedir. Burada maddenin ölü ya da canlı olup olmadığı önem taşımamaktadır. Bozguncu mikroorganizmalarda ise, yapıcı mikroorganizmalardakinin tam tersi bir durum söz konusudur.

Bu mikroorganizmalar doğrudan ya da dolaylı olarak oksidasyonu başlatan maddeler üretirler. Bu da serbest radikalleri yaşatması demektir. Nötr olan fırsatçı mikroorganizmalar, ne yapıcıdır ne de bozguncudur. İki grubun arasında kalmakta oportünist bir tutum sergilemektedir. Yararlı mikroorganizmalar güçlü ise yararlıların tarafında, zararlı mikroorganizmalar güçlü ise onların yanında yer almakta ve güçlü olan gibi davranmaktadır.EM® ile genel anlamda her alandaki oksidasyon oluşumu antioksidasyona dönüştürülerek mikroorganizmalar sayesinde engellenmektedir.

ETKİN MİKROORGANİZMALAR (EM) TEKNOLOJİSİ

Çağımızda doğal dengeyi, insan ve hayvan sağlığını tehdit eden en önemli tehlikelerin başında çevre sorunları gelmektedir. Çevre sorunları hızla artan dünya nüfusunun beslenmesi, gelişen endüstrilerin ve daha uygar yaşama düzeyi sağlama amacı ile sürdürülen çabaların istenilmeyen bir sonucu olarak ortaya çıkan günümüzde de giderek artan boyutlarda önemini korumaktadır.

Son yıllarda bazı bölgelerimizdeki su kaynaklarında görülen kirlenmeler nedeniyle su ile ilgili tüm projelerde yalnızca suyun sağlanmasının yeterli olmadığı, suyun belirli bir kalitede olması ve bu kalitenin sürekli izlenmesi gerekmektedir. Yurdumuz akarsuyu bol olan ülkeler arasında sayılmaktadır. Ancak hızla kalkınmakta ve gelişmekte olan ülkemizde, akarsularımız, göl ve denizlerimizle diğer tüm su kaynaklarımızda görülen kirlenmenin önemi; büyüyen şehirlerin içme suyu ve gelişen endüstrinin ve tarımın su talebini karşılamak durumunda kalacağı düşünüldüğünde, bir kat daha artmaktadır.

Devlet İstatistik Enstitüsü 2025 yılı için nüfusumuzun yaklaşık 84 milyon olacağını öngörmüştür. Bu durumda 2025 yılı için kişi başına düşen kullanılabilir su miktarının 1.300 m3’e düşeceği söylenebilir. Mevcut büyüme hızı, su tüketim alışkanlıklarının değişmesi gibi faktörlerin etkisiyle su kaynakları üzerine olabilecek baskıları tahmin etmek mümkündür. Ayrıca tüm bu tahminler mevcut kaynakların 25 yıl sonrasına hiç tahrip edilmeden aktarılması durumunda söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla

Türkiye’nin gelecek nesillerine sağlıklı ve yeterli su bırakabilmesi için kaynaklarını çok iyi koruyup, akılcı kullanması gerekmektedir.

Ülkemizde su kirliliğine etki eden unsurlar; sanayileşme, kentleşme, nüfus artışı, ziraimücadele ilaçları ve kimyasal gübreler olarak gruplandırılabilir. Sanayinin çevre üzerindeki olumsuz etkisi diğer faktörlerden çok daha fazladır.

Sanayi kuruluşlarının sıvı atıkları ile su kirliliğine ve dolaylı olarak da yine su kirliliğine bağlı, toprak ve bitki örtüsü üzerinde aşırı kirlenmelere neden olduğu ve doğa tahribine yol açtığı bilinmektedir. Ayrıca sanayileşme hareketleri ile kente göç olayı da başlamış ve bu durum yine hızlı ve düzensiz yapılaşmaya sebep olmaktadır.

Zirai mücadele için kullanılan ilaçlamalarda havadaki ilaç zerrelerinin rüzgarla sulara taşınması veya pestisid üretimi yapan fabrika atıklarının durgun veya akarsulara boşaltılması sonucunda su kaynaklarımız pestisidlerle kirlenmektedir. Diğer yandan, kimyasal gübrelerin bilinçsizce ve aşırı kullanımı da zaman içinde toprağı çoraklaştırmakta ve yine doğal çevrim ile gerek su kirlenmesi ve gerekse diğer etkileri ile olumsuzluklar yaratmaktadır.

Ekoloji

Çevrenin belli başlı iki bileşkesi vardır:

1) Canlılar

2) Cansızlar.

Ekoloji,bu iki bileşke arasındaki karmaşık ilişkileri, karşılıklı etkileşimleri ve doğal dengeleri inceler. Bu nedenle kirlilik kontrolünde bir ekolojik sistemler (ekosistem) yaklaşımı gereklidir.

Canlı bileşke üç ana gruptan oluşur :

1) Ana üreticiler (bitkiler, vejetasyon, algler)

2) Tüketiciler (kurtçuklar, solucanlar, hayvanlar, insanlar)

3) Çürütücüler (mikroorganizmalar, örneğin bakteriler).

Mikroorganizmaların bir kısmı aerobiktir ve oksijene bağımlıdırlar; bazılarısadece oksijensiz ortamlarda yaşarlar ve anaerobik olarak sınıflandırılırlar. Ayrıca hem oksijenli, hem de oksijensiz ortamda yaşayan fakültatif mikroorganizmalar da vardır. Cansız bileşkeler kapsamında ise su, gazlar, mineraller ve kimyasal maddeler sayılabilir.

Fotosentez, ana üreticiler için hayatın devamı anlamına gelen organik bileşikleri sağladığından tabiattaki en önemli proseslerden birisidir.Fotosentez, aynı zamanda tüm tüketiciler ve çürütücüler için de gerekli besinlerin dolaylı kaynağıdır. Organik madde mikroorganizmalar tarafından biyokimyasal olarak ayrıştırılır Aerobik ortamda bu çürüme işleminin gerçekleşmesi için fotosentezle üretilen miktar kadar oksijen tüketilir ve aynı besinler inorganik olarak geri kazanılır. Çürüme işlemi anaerobik ortamda da gerçekleşir. Fakat nihai ürünler farklıdır ve bu ürünler de ortam tekrar aerobik olduğu takdirde oksitlenebilirler.Üreticilerin, tüketicilerin ve çürütücülerin beraberce bulunduğu bu tip ortamlar için göller, nehirler, toprak, koylar ve körfezler örnek olarak verilebilir. Eğer tüm dünyada üretilen organik maddeler aerobik bozun maya uğrasaydı net oksijen üretimi sıfır olacaktı.

Fakat, global bazda bütün organik maddeler bozunmamaktadır. Dolayısıyla atmosferde bol miktarda oksijen bulunmaktadır. Eğer bir sistemdeki doğal dönüşüm hızı ve ekolojik denge kirlenmeden dolayı ters yönde etkilenirse, bunun sonucunda bütün sistem kötü yönde etkilenmiş olur. Bir nehrin “kendi kendini temizleme” kapasitesi yetersiz kalabilir ve balık avlama alanları tahrip olabilir; bir nehir besin yönünden çok fazla zenginleşebilir ve dolayısıyla ötrofîkasyona uğrayabilir; kirlenmiş toprak gözenekli özelliğini ve nem tutma kapasitesini kaybederek tarım için uygun olmayan bir hale dönüşebilir.

Ekosistem Dengesi

         ABİYOTİK

    (CANLI) ÖĞELER

                                                      BİYOTİK (CANLI) ÖGELER
                 ÜRETİCİLER          TÜKETİCİLER      AYRIŞTIRICILAR
İKLİM   

Sıcaklık

Nem ve Yağış

Işık

Rüzgar

JEOMORFOLOJİ

SULAR

TOPRAK

Bitkiler

Algler

Kara Yosunları

Bakteriler

 

 

Herbivorlar (Otçullar)

Karnivolar (Etçiller)

Omnivorlar (Otçul +Etçil)

 

 

Bakteriler

Mantarlar

 

 

Ekolojik toplumun büyüklüğü ve tipi, o çevredeki karmaşık fiziksel, kimyasal ve biyolojik şartlara bağlıdır. Bir organizmanın verilen şartlara toleransı, bu organizmanın ekosistemdeki dağılımı ve göreceli olarak baskınlığı üzerinde etkili olmaktadır.

Herhangi bir besin seviyesindeki besin üretiminin hızı ve miktarı, bir üst seviyedeki tüketicilerin sayısı ve çeşidi üzerinde etkili olmaktadır. Eğer tüketici çeşidi çoksa (türlerin farklılığı çoksa) besin zinciri de daha kompleks olur. Bu durum, bir organizmayı sadece tek besin kanalına bağımlı olmaktan kurtarır ve sistemin daha dengeli olma şansını artırır.

Organik atıkların akarsulara veya su birikintilerine verilmesi, uygun olmayan bir çevre oluşmasına ve balık türlerinin azalmasına sebep olabilir. Uygun olmayan çevre şartları, göreceli olarak daha hassas olan türlerin azalmasına, daha dayanıklı türlerin ise yaşamlarını sürdürüp çoğalmalarına yol açar. Eğer yeterli besin varsa fakat çevre şartları uygun değilse, sadece dayanıklı türler içerisindeki birey sayısında artış olur, tür çeşitliliğinde ise azalma olur.

Kirleticilerin Özellikleri

Bir ekosisteme giren çeşitli kirleticiler, aşağıdaki üç gruptan birisine dahildir:

  1. Bozunabilir
  2. Bozunmayan (Konservatif)
  3. Biyolojik olarak biriken (Süreğen)

Bozunabilir kirleticiler, kanalizasyon suyu gibi kompleks organik maddeler ve derece derece mikrobik bozunmaya uğrayan ölü organizmalardır. Bozunabilir maddeler, aynı zamanda fiziksel bozunmaya ve çürümeye uğrayan maddeleri de içerir. Organik maddelerin mikroplar vasıtasıyla bozunmaya uğraması oksijen tüketimine neden olur.

Bozunmayan (konservatîf) maddeler, biyolojik etkilere karşı inert yapıdadırlar. Bu grupta inorganik kimyasal maddeler (klorin, vb.), ağır metaller (civa, kurşun, vb.) ve bazı inatçı organik maddeler (PCB, DDT, vb.) yer almaktadır.

Biyolojik olarak biriken maddeler, besin zincirinde birikmeye müsait maddelerdir. Bunlar arasında civa, kadmiyum, arsenik, kurşun, manganez, pestisidler (haşere ilaçları) ve radyoaktif izotoplar sayılabilir.

Kirleticilerin Etkileri ve Kontrolü

Çevreyi oluşturan toprak, su ve gaz fazları arasında sınırlar bulunmamaktadır. Bir fazda oluşan kirlenme, gelecekte başka bir faza da transfer olabilir. Çevreye nüfuz eden kirleticiler ya zamanla bozunurlar, veya inert bir yapı göstererek zamanla bozunmadan kalırlar. Kirleticilerin kontrolü sadece atıkların arıtılması demek değildir. Atıkların arıtılmasıyla birlikte aynı zamanda ülkede oluşacak toplam maliyetin en az olması felsefesine dayalı bir takım yaklaşımlar da kirlilik kontrolü çerçevesindedir. Arıtmayı kimin, yani devletin mi yoksa özel sektörün mü yapacağı önemli değildir. Çünkü bu iş için harcanacak para, ya vatandaşların ödediği vergilerden karşılanacak, ya da özel sektörün yapmakta olduğu üretimin maliyetinin artmasına sebep olacaktır. Burada önemli olan nokta, bir ülkenin kirlilik kontrolü için harcadığı paranın optimum seviyede olmasıdır. Aynı zamanda Kirleten Öder Prensibi’nin benimsenmesi de önemlidir.

Meskenlerden, endüstriden ve ziraî faaliyetlerden doğan her türlü artıklar bir nehir veya gölün normal hayatını etkiler. İndirgeyici kimyasal maddeler, suyun oksijenini ani olarak tüketirler. Organik maddelerin ayrışmasından do­layı ise, suda erimiş oksijen daha yavaş bir tempo ile tükenir. Oksijenin azalması, balıkların ve suda yaşayan diğer bitki ve hayvanların hayatını etkiler. Şilt, çamur ve ma­den artıkları, suyun bulanıklılığını artırarak, ışık nüfuziyetini güçleştirir ve fotosentezi engeller. Tabana çökelen katı maddeler, tabanda yaşayan organizmaları öldürür ve balıkların üreme yollarını kapatırlar. Asitler, alkaliler ve zehirli maddeler su hayatına olum­suz etkilerde bulunurlar. Deşarj noktasında pH değerinin ani olarak değişmesi, bu değişikliklere karşı has­sas olan bitki ve hayvanların ölümlerine sebep olur. Meselâ, amonyak, alkali sularda, asit sulardan daha zehirlidir. Civa gibi ağır metaller, tabiatta ayrışmadan kalan ve su­lardaki besin zincirlerinde konsantrasyonları gittikçe artan stabil bileşikler teşkil ettikle­rinden, çok zararlı kirleticilerdir.

Tuzların bir kısmı zehirli olmamakla beraber, içme, endüstride kullanma (tekstil ve kağıt endüstrisi, gıda imalatı) ve sulama maksatları için istenmez. Mesela sodyum klorür ve potasyum sülfat normal su ve atık su tasfiye tesislerinden, hiç bir değişikliğe uğ­ramadan sulara karışırlar.İnorganik fosfor ve azot tuzları, alglerin, su yosunlarının ve diğer su bitkilerinin aşırı üremesine sebep olurlar. Fosfatların ekserisi, ziraat alanlarının yağış sularıyla yıkan­masından ve sentetik deterjanlardan sulara karışır. Evlerden gelen kullanılmış suların fosfor muhtevasının takriben % 60 ı, deterjan kaynaklıdır. Endüstri sularında da çok fazla fosfor bulunabilir.

Amonyak azotu suda çok fazla miktarda erir ve çiftliklerden yağış sularıyla yüzey­sel sulara karışır. Organik bileşiklerdeki azot, atık su tasfiye tesislerinden suda erimiş inorganik azot halinde çıkar. Normal biyolojik tasfiye ünitelerinde, azot ve fosforun an­cak yüzde 30 ilâ 50 si giderilebilmektedir.

Köpük ve diğer yüzücü maddeler, zararlı olmamakla beraber, suya, hoş olmayan bir görünüş verirler. Bunlar, kirlenmeyi gösteren bir indikatör olarak değerlendirilirler. Su sıcaklığının yükselmesi, ekseriya kirli suların istenmeyen özel­liklerini daha da belirgin hale koyar ve büyütür. Endüstri şehirlerinden gelen kullanılmış sularda ekseriya fenol, kad­miyum, krom, kurşun ve manganez mevcuttur. İnorganik azot ve fosforun, klasik atıksu arıtma sistemleriyle sudan uzaklaştırma metotları hem zor ve hem de pahalıdır. Erimiş tuzların giderilmesine ise nadiren başvurulur. Bunun için elektro-diyaliz, ters ozmoz, iyon değiştirme veya damıtma gibi usuller uygulanır. Bunlar paha­lı metotlar olduğundan, kullanılmış sulardan erimiş katımaddelerin bu metotlardan bi­riyle giderilmesinin geniş bir uygulama alanı bulacağı beklenemez.

Atık su Karakteristikleri

Evsel  atık sular askıda,  koloidal  ve  çözünmüş  halde  organik ve  inorganik maddeler ihtiva eder. Atık suyun konsantrasyonu, kullanılan suyun kirletilmeden önceki orijinal konsantrasyonuna ve suyun kullanılış gayesine bağlıdır. Gerek iklimsel şartlar, gerekse de insanların yaşam standartları ve kültürleri atık su karakteristiğini önemli ölçüde etkiler.

Evsel kanalizasyonlara endüstriyel atıkların kabulü, mevcut evsel atık su özelliklerini oldukça değiştirir. Konsantrasyonlar kişi başına günlük su kullanımı değerlerine bağlı olarak da değişir. Her ne kadar suya deşarj edilen atık miktarı toplumların özelliklerine göre farklılıklar gösterse de, bu fark çok yüksek değildir. Dolayısıyla atık su karakteristikleri sadece şehirden şehire değil,  her bir yerleşim birimi için mevsimden mevsime, hatta saatten saate bile değişkenlik gösterir.Atıklar çok büyük oranda karbon, azot, fosfor gibi organik besinlerden ve yüksek konsantrasyonda mikroorganizmalardan oluşmaktadır. Bunlar hemen çürümeye müsait olup, kanallarda akarken dahi biyolojik bozunmaları devam eder. Böylece zaman içinde atık suyun bazı özellikleri de değişmektedir.

Biyolojik Olarak Ayrışabilirlik

Kirleticiler bundan başka, organizma ve ekosistemlerde uzun zaman kalabilme ve­ya kısa zamanda ayrışıp parçalanabilme bakımından da sınıflara ayrılabilir. Eğer sistem aşırı yüklü değilse, evsel atık sular ve buna benzer oksijen sarf eden artıklar ve bazı sen­tetik organik kimyasal maddeler, parçalanabilir veya ayrıştırılabilir kirletici sınıfına gi­rer. Bu kirleticilerin kontrolü sistemin aşırı yüklenmesini önleyerek yapılır. Bununla be­raber ayrıştırılamayan kirleticiler doğal arıtım mekanizmaları ile parçalanamaz. Metaller, ağır metal tuzları, çökeltiler, bazı bakteri ve virüsler ile bir kısım deterjanlar gibi ba­zı sentetik organik kimyasal maddeler, bu sınıfa girer. Bunlar, ya ileri atık su tasfiyesi­ne ait metotlarla giderilerek veya çevreye girişleri önlenerek kontrol edilir. Ancak EM, deterjanlar, ağır metaller, pestisitler dâhil bu tür kirleticilerin de arıtımını sağlamaktadır.

Biyolojik Mekanizma

Suların kirlenmesine sebep olan maddele­rin büyük bir kısmı organik orijinlidir. Bunlar, canlı varlıkların ölmesi sonucu ortaya çıkan ölü organik maddeler olabileceği gibi, endüstrinin artık­larından da meydana gelebilir. Bu maddelerin indirgenmesi ve ayrıştırılması sırasında bilhassa canlı organizmalar aktif rol alırlar. Bu olaylar iki kısma ayrılabilir. Havanın (oksijenin) mevcut olması halinde meydana gelen aerobik ayrışma veya biyokimyasal oksidasyon ve oksijenin mevcut olmaması halinde meydana gelen anaerobik ayrışma ve­ya havasız ayrışma. Bütün bu olaylarda organik maddelerin esas unsuru olan C, N, S devamlı olarak bir transformasyona maruz kalır. Bu olaylar bir devre teşkil eden çevrimsel olaylardır. Çeşitli değişikliğe uğradıktan sonra tekrar ilk şekillerini kazanır­lar.

Aerobik Ayrışma (Havalı Ayrışma)

Bu ayrışmada organik maddelerin parçalanması, oksijenin mevcut olması halinde ya­şayabilen mikro ve makro organizmalar tarafından gerçekleştirilir. Bunlar, organik mad­deleri, hücrelerini yapmakta kullanırlar ve enerjilerini bu maddelerden temin ederler. Bu esnada organik maddeyi teşkil eden unsurlar, canlı organizmaların bünyesi içine geçer; yani organizma çoğalırken, bu maddelerin bir kısmını hücrelerini kurmak için sarf eder. Organik maddelerin diğer kısmı ise, lüzumlu enerjiyi temin etmek için ya­kılarak C02 haline dönüştürülür. Bu olaya biyokimyasal oksidasyon veya ıslak yan­ma adı da verilmektedir. Tabiatta bu durumun meydana gelmesi arzu edilmez. Bu sonuç, tabii dengenin bozul­duğunu gösterir ve suyu orijinal durumuna döndürmek için suni tasfiye metotlarını kullanmak gerekir. Bunun için, yukarıda açıklanan tabii mekanizma aynen taklit edilir. Yani bu olayların, tasfiye tesislerinde süratli bir tempoyla meydana getirilmesi sağlanır. Bunun için suya dışarıdan hava verilir veya atmosferden hava temini için su havalan­dırma düzenleri ile şiddetli bir türbülansa maruz bırakılır veya atık sular, taneli malze­me yığınları içinde geçirilerek havalandırılır.

EM içindeki mikroorganizmalar hem aerobik hem de anaerobik koşullarda arıtma yapmaya uygundur. Bir başka deyişle, EM hem havalı ortamda hem de havasız ortamda arıtma yapma yeteneğine sahiptir.

Anaerobik Ayrışma (Havasız Ayrışma)

Oksijenin mevcut olmaması halinde meydana gelir. Organik maddeler, ölü orga­nizmalar,  endüstri artıkları, bu ayrışmaya maruz kalınca C, N, S devamlı ola­rak indirgenir. Önce organik asitler, karbonik asit, karbondioksit, hidrojen sülfür ve son­ra bu maddelerle birlikte amonyak ve sülfürler meydana gelir. Ayrışmanın son fazında ise bunların da indirgenmesiyle son ayrışma ürünü olarak metan teşekkül eder. Bu ay­rışma safhalarında devamlı olarak amonyak, karbondioksit ve hidrojen sülfür teşekkülü söz konusudur. Geriye çürümüş çamur (humus) kalır. Devamlı olarak bu gazların ka­barcıkları atmosfere çıkar. Bu durum, suyun aşırı derecede kirlendiğinin de göstergesidir.

EM ile organik maddenin anaerobik parçalanması: EM ile parçalanma durumunda ise, bu olay tamamen tersine çevrilir. Oksidasyon ortamı değil, antioksidasyon ortam söz konusudur ve bu tür zararlı ve kötü kokan gazlar yerine, anaerobik fermentasyon ürünü olan karbondioksit gazı ve nitratın denitrifikasyonu sonucu nötr olan ve atmosferin de %79’unu oluşturan azot gazı çıkar.

Akarsu Kirliliği

Akarsu, göl ve denizler yerüstü sularını oluştururlar. Dünya nüfusunun hızla artmasına rağmen su kaynaklarının sabit olması, bu kaynakların kirletilmemesini ve çok iyi kullanılmasını gerektirmektedir. Bilinçli su kullanımıyla, yaşam kalitemizi bozmadan alacağımız basit tedbirlerle su kaynaklarımızın kirlenmesini ve tükenmesini önleyebiliriz. Bununla birlikte; üç tarafı denizlerle çevrili olan ve çok sayıda yerüstü ve yeraltı su kaynaklarının bulunduğu ülkemizde sular, evsel ve endüstriyel atıklarla kirlenmektedir. Bu atıkların arıtılmadan su yataklarına verilmesi, katı atıkların düzensiz olarak alıcı ortama bırakılması, ayrıca bilinçsizce yapılan zirai ilaçlama ve gübrelemeden dolayı yerüstü suları kirlenmektedir. Sanayinin çevre üzerindeki olumsuz etkisi diğer faktörlerden çok daha fazladır. Sanayi kuruluşlarının; sıvı atıkları ile su kirliliğine, buna bağlı olarak gelişen toprak ve bitki örtüsü üzerinde aşırı kirlenmelere sebep olduğu ve doğa tahribine yol açtığı bilinmektedir.

Ayrıca son yıllarda sanayi ve teknolojinin hızla gelişmesi sonucu köyden kente göç olayı artmış, bu durum hızlı ve düzensiz yapılaşmaya yol açmıştır. Zirai mücadele için yapılan ilaçlamalarda, havadaki ilaç zerrelerinin rüzgarla sulara taşınması veyatarım ilaçları üretimi yapan fabrikaların atıklarının su kaynaklarına arıtılmadan verilmesi sebebiyle sular kirlenmektedir.
Diğer yandan kimyasal gübrelerin bilinçsizce ve aşırı kullanımı da zamanla toprağı çoraklaştırmakta, bunun sonucunda hem toprağın verimi düşmekte, hem de yeraltı sularına sızması ve yüzey su akışlarıyla birlikte yerüstü sularına karışması neticesinde su kirliliğine sebep olmaktadır. Akarsular; küçük dereler, yağmur, kar ve kaynak sularıyla beslenirler. Kanalizasyon suları, fabrika atıkları ile havayı kirleten etkenlerin yağmur ve yüzey akışlarıyla taşınması, tarımsal faaliyetler sonucu oluşan pestisit ve gübre gibi kimyasal atıklar, akarsuları kirleten başlıca etkenlerdir. Akarsular ve okyanuslar belli bir seviyeye kadar olan kirliliği arıtma özelliğine sahiptir. Bu sınır aşıldığında suda aşırı kirlilik ve bozulma başlar. Akarsuların bazı etkenlerle kirlenmesi sonucu akarsularda mevcut olan ekolojik denge bozulmakta, bitkiler,  hayvanlar ve insanlar olumsuz yönde etkilenmektedir.

Göl Kirliliği

Bir gölün anaerobik hale geçmesinde, gölün asimilasyon kapasitesinin önemi çok büyüktür. İkincil kirlenme adı da verilen ötrofikasyon ise, göllerde fosforca zengin olan evsel atık sular, tarımsal drenaj suları ve bazı endüstriyel atık suların gölde beslenmeyi artırarak fotosentezle aşırı alg üremesine ve organik madde miktarının artmasına neden olmasından dolayı birtakım kimyasal değişiklikler meydana gelir.

Endüstri ülkelerinde hemen her yıl birçok balık ölümü vakası olmaktadır. Bunla­rın yüzde 50 ila 75’i endüstriden ve meskun bölgelerden kaynaklanmakta, yüzde 10 ka­darı, haşere ilaçlarının yağmur sularıyla yıkanarak yüzeysel sulara karışmasından mey­dana gelmektedir. Ayrışırken oksijen kullanan atıklar ve kısa ömürlü zehirli maddeler için, akım yeterli ve yük fazla olmadığı taktirde, su ile seyreltme, su kirlenmesi prob­lemlerinin çözümünü teşkil edebilir. Radyoizotoplar, ağır metaller, DDT ve PCB gibi çok yavaş ayrışan kimyasal maddelerle petrol, balçık ve akarsu veya deniz tabanını tah­rip eden diğer kimyasal maddeler için ise, su ile seyreltme bir çözüm değildir.

Bu kim­yasal maddelerin büyük miktarlarda nehir ve akarsulara girmesinin önüne geçilmelidir. Akarsu kirlenmesinin önlenmesi, sadece birkaç tesis veya deşarjdan ziyade, bütün havza­yı göz önünde tutan bir sistem yardımı ile kirlenme probleminin ele alınmasını gerekti­rir. Nehirlerin suları birkaç haftada yenilendiği halde, göl sularında yenilenme zamanı, birkaç yıldan birkaç yüz yıla kadar değişir. Göllerin bilhassa sığ olanlarının esas problemi, evlerden ve endüstriden gelen artıklarla ve ziraat alanlarından gelen yağış sularıyla sudayaşayan canlıların aşırı bir beslenmeye maruz kalmaları ve arzu edilmeyen bir gelişme ve değişme göstermeleridir.  Ötrofikasyon adı verilen bu du­rum, yavaş akan akarsularla nehir ağızlarında da görülmekte ise de, daha ziyade göl­leri ilgilendiren bir problemdir.

Ötrofikasyon olayı, sulardaki besin zincirleriyle ilgilidir. Alg yosun­ları, gelişmeleri ve üremeleri için, karbondioksit, inorganik azot, orta fosfat ve iz besi elementlerine muhtaçtırlar. Bu bitkiler zooplankton denilen mikroskobik hayvanların be­sinlerini teşkil ederler. Küçük balıklar zooplanktonlarla, büyük balıklar küçük balık­larla beslenirler. Sulardaki besin zincirleri ne kadar gelişmiş ve fazla üretken durumda ise, normal olarak tabi sularda az miktarda bulunan azot ve fosfor elementleri o de­recede fazla olur. Bitkisel üretim ve besin zincirlerinin normal dengesi, besi element­lerinin miktarına bağlıdır ve onlarla sınırlıdır. Bu maddelerin normalden fazla olması, dengeyi bozar ve zooplankton tarafından tüketilmesi kolay olmayan mavi-yeşil alglerin birdenbire çok fazla miktarda üremesine yol açar. Bu sebeple su, bulanık bir hal alır. Suda yüzen alg kitleleri rüzgârlarla sahile vurur. Bunlar sahilde çürüyerek kötü kokuların çıkmasına sebep olur. Çürüyen algler, aynı zamanda çökelerek çözünmüş oksi­jenin azalmasına yol açar. Sahiller ve sığ körfezler köklü su bitkilerinin çok fazla üremesi sonucu otlarla dolar. En kö­tüsü, göl bir defa ötrofik hale geldikten sonra, nokta kaynaklardan besi maddesi girişi azaltılsa dahi, artık uzun zaman bu durumun devam etmesidir.

Besi maddesi kaynakları, göle dökülen kullanılmış sular ve ekseriya suni gübrele­rin kullanıldığı arazilerden gelen yağış sularıdır. Küçük haznelerde ise, sular daha kolay­lıkla bulanık hale gelebileceğinden, suya ışık nüfuz edemez. Bu sebeple bitkisel üretim ve alg yetişmesi daha az olur. Besi maddeleri bol miktarda mevcut ol­sa bile, güneş ışığının eksikliği sebebiyle fotosentez yetersiz olur.

Bitkilerin gelişmesi için bol miktarda bulunması gerekli besi elementleri, karbondi­oksit, inorganik azot ve fosfattır. Demir gibi bir çok iz elementleri de büyüme için lüzumludur. Göl ötrofikasyonunun kontrolünde, besi elementlerinin miktarının sınırlandırıl­ması anahtar bir faktör olur. Tabi sularda, aşırı üreme için lüzumlu karbondioksit, bi­karbonat alkaliliği halinde zaten mevcuttur. Alg ve köklü su bitkilerinin fazla miktarda yetişmesi için gerekli inorganik azot ve fosfor miktarı pek fazla değildir. Alg bakımından bir problemi olmayan göller için genel olarak kabul edilen üst sınır, 0,3 mg/lt amonyak ve nitrat azotu ile, 0,02 mg/lt ortofosfat fosforudur. Senelik ortalama olarak toplam 0,8 mg/lt N ve 0,1 mg/lt P den daha büyük konsantrasyonlara sahip göller, gelişme mev­siminin çoğunda alg problemine sebep olurlar.

ATIKSUDA EM®KULLANIMI

Atıksuyun, biyolojik olarak arıtıldığı tüm arıtma tesislerinde mikroorganizmaların kullanılması normal bir işlemdir. Doğada da atıksular mikroorganizmalar tarafından temizlenmektedir. Ancak, biyolojik arıtma aslında organik kirleticilerin doğada yok edilmeleri için yeralan biyoflokülasyon ve mineralizasyon proseslerinin kontrollü bir ortamda optimum koşullarda tekrarlanmasından başka bir şey değildir. Bu işlem kontrollü bir ortamda ve bazı seçilen mikroorganizmalar kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Geleneksel su arıtma yöntemi, tesisten çıkan nihai arıtılmış suyun ve/veya tesis içinde arıtılmakta olan suyun kalitesini artırabilecek diğer mikroorganizmalardan yararlanmayıdüşünmeksizin, yalnızca bazı tür mikroorganizmaların kullanımı yoluyla organik maddenin parçalanması esasına dayanmaktadır.

Arıtmada Etkin Mikroorganizmaların (EM) kullanımı anaerobik olarak arıtma yapılmasına da olanak tanımaktadır. Bu yüzden,EM’yi nerede kullanacağımızı düşünmek zorundayız. Anaerobik koşulların mutlaka sağlanmış olmasının gerekmediğininde bilincinde olmalıyız çünkü EM hem aerobik hem de anaerobik koşullarda etkindir. Bu yüzden, geleneksel atıksu arıtmasistemlerinde, biyolojik reaktör dışındaki arıtmanın tüm aşamalarında uygulanması yarar sağlayacaktır. Burada, EM’nin oluşturduğubazı kimyasal maddelerin (laktik asit, antioksidanlar ve bazı enzimler) sağladığı yarar, EM mikroorganizmalarının sağladığıyarardan daha önemli rol oynayacaktır. EM kullanımının bir başka yararı daha vardır. EM.1®’den EM.A® üretildiğinde fermantasyon yapmaktayız ve üretilen EM.A®atıksuda kullanıldığında atıksu için yararlı olabilecek çeşitli bileşikler oluşmaktadır: yüksek hidrolitik etkinliğe sahip enzimler ve bazı antioksidan maddeler. Bu bileşikler, EM mikroorganizmalarıyla birlikte atıksuyun yüksek kapasitede arıtılmasını sağlamaktadır. Arıtmada EM kullanımını ele alırken, biyolojik arıtma sisteminde su ve çamuru ayrı ayrı ele alacağız.

SU

Katı maddelerin ayrıştırılması

Organik çökeltiler, EM® ile fermantasyon sonucu dekompozisyonauğramaktadır (bozunmaktadır). Organik partiküllerinpartikül boyu kolloidal madde boyutunun altına inmektedir. Ayrıca, yine fermantasyonun etkisiyle kötü koku oluşmamaktadır.

EM.1®’den EM.A®’nın fermantasyon aşaması ayrıca şekerlerle fermantasyonu da içermektedir. Bununsonucu EM.A®’nın içinde ortaya çıkan ekzoenzimler mikroorganizmaların büyümesi için gerekli besinleri sağlamaktadır. Fermentasyon tamamlandığında, EM.A®’da, organik maddeleri hidrolize edecek mikroorganizmalar ve enzimler bulunacaktır.

Suyun kalitesinin değişmesi

Organik madde çökeltilerinin su içinde çözünmesinin ikiaşamada iki farklı etkisi ortaya çıkacaktır. Önce kısa bir süre için suyun kalitesi kötüleşecektir. Bu süreiçinde Miselis (Mycelis) gibi öğeler zararlı gibi görünebilir ancaktelaşa kapılmaya gerek yoktur çünkü bu malzemeler su içindemikroorganizmalar tarafından kısa sürede kullanılacaktır.Mikroorganizmalar için besin anlamına gelen çözünmüş organik madde içeriğindeki bu artış yüzünden biyolojik reaktörünişlevinde iyileşme görülecektir.

Su türbülansında iyileşme

Yukarıda bölümde belirtilen koşullara yaklaşık bir haftadaulaşılmaktadır. Bundan sonra suyun türbülansında iyileşme görülecektir.

Eğer lifli madde ya da inorganik madde miktarı fazlaysa, bu sürece ulaşılması daha uzun zaman alabilir. Bu değişim gerçekleştikten sonra, organik madde çözünecek ya da çökelecektir ancak miktarı daha az olacaktır. Burada unutmamamız gereken çökelen organik maddenin

uzaklaştırılmaması gerektiğidir. Çünkü bu çökelen organik madde EM® (Etkin Mikrooranizmalar®) üreten bir kaynak olarak davranmaktadır ve organik maddenindekompozisyonunun devam ettirilmesinde temel işleve sahiptir. Böylece, arıtılan suyun temiz ve yüksek kalitede olmasınısağlayabiliriz. Dinamik arıtma sistemlerinde (hemen hemen tamamı böyledir),çökelen maddenin bir kısmı suyun yüzeyine çıkarak bir sonraki arıtma aşamasına sürüklenebilir. EM®’in çoğu ön arıtma aşamasında (büyük katıların, yağların ayrıştırılması, …) kullanılır.

Bu yüzen madde ya biyolojik reaktörde kullanılacak ya da birinci veya ikinci durultucularda çökelecektir.

Antioksidasyonun teşvik edilmesi

EM® uygulanmaya başladıktan sonra hemen bir kaç hafta içerisinde,özellikle oksidasyon nedeniyle çözeltideki iyonlaşmanın bastırılması söz konusu olacaktır. Oksidasyon iyonlaşmayı teşvik ederken, EM® ilavesiyle fermantasyon ve dolayısıyla antioksidasyon

bunun tam tersini yani iyonik halin indirgenmesini teşvik edecektir. Bunun sonucu atıksuyun kalitesine bağlı olarak,eğer iyonik halde yüksek miktarlarda kirlilik içeriyorsa, çökelmemiktarında artış da gözlenebilir. Bu özellikle maden ocaklarında biriken sulardaki iyonların uzaklaştırılması ve deri sanayi atıklarınd bolca bulunan Cr+6’nın çevreye zararsız hale getirilmesi ve metal kaplama sanayi atıksularındaki ağır metallerden kurtulunmasında son derece yararlıdır.

Kötü kokunun yok edilmesi

Kötü kokunun yok edilmesi iki nedene dayanmaktadır.Kötü kokunun yok olmasının birinci nedeni, EM®’nin organik maddeyi kontrol altına almasından kaynaklanmaktadır. EM®, organik maddenin fermantasyon yoluyla bozunmasını sağlayarak, kokuşup çürüyerek (putrefaction) bozunmasının önüne geçmektedir. Kokuşma durumunda, amonyak ve hidrojen sülfit (H2S)gibi uçucu bileşikler oluşturarak kötü kokular üreten mikrobiyal flora kontrol altına alınmış olur. Böylelikle, kükürt indirgeyerek hidrojen sülfit üreten, amonyak üreten ya da kokuşup çürüyerek bozunma sürecini başlatan bakteri sporlarının (Clostridium spp.) varlığı önlenmiş olur.

İkinci neden fotosentetik bakteriler tarafından biyolojik oksidasyonyoluyla H2S ve S elementinin asimilasyonudur (özümsenmesidir).

EM® içindeki fotosentetik bakterilerin konsantrasyonu H2S’in açığa çıkmasını ve dolayısıyla kötü kokuları önler. Bu durum, yine S türevi olan merkaptanlar için de ve bağ yapısına bağlı olarak uçuculuğu değişen tüm diğer Kükürtlü gruplar için de geçerlidir.

Kötü kokuya en çok katkıda bulunan bir diğer uçucu bileşikolan amonyağın durumunda da, EM® içindeki nitrifiye edici bakterilerin sinerjik etkileri nedeniyle nitrifikasyon hızlanmakta ve bu bileşiğin uçucu hale gelerek kaybedilmesinin önüne geçilmektedir.

Her iki bileşiğin de aynı zamanda (hidrojen sülfit(H2S) ve amonyak (NH3+)) besin kaynağı olmalarından ötürüasimilasyonları sonucunda konsantrasyonları azalır ve bu dakötü kokuların yok edilmesinde olumlu rol oynar. EM®’nin antioksidan etkisi sayesinde, yağların bozunması / oksidasyonu sırasında ortaya çıkan ve kötü kokulardan sorumlu olan diğer bileşiklerin oluşmasından da kaçınılmış olur.

ÇAMUR

Çamurun işlenmesi sırasında anaerobik koşullar geçerlidir.Bu koşullarda EM uygulandığında normal sindirim (digestion) prosesi hızlandırılmış ve çamurun kararlılığı (stabilitesi) arttırılmış olacaktır. Bir sindirim tankında (digestor) iki kademe bulunmaktadır.

Birinci kademede mikrobiyolojik kütle gibi kompleks organik maddeler bozunarak fermantasyon yoluyla yağlı asitlere, CO2 ve H2’e dönüşürler (büyük moleküller hidrolize olur). Bu proseste büyük miktarda anaerobik olan ancak metanojenik olmayan bakteriler rol oynarlar. Bu, EM’nin, sindirimin birinci kademesinde önemli rol oynayacağı anlamına gelmektedir.

Çeşitlibileşiklerde meydana gelen biyolojik değişimler aşağıda oklarla gösterildiği yönde hızlanacaktır:

– Proteinler Aminoasitler NH4+

– Yağlar Yağlı asitler Asetat

– Yağlar Gliserol Organik Asitler

– Organik Asitler Basit Şeker Kompleks Şeker

İkinci aşamada, metil ve metan gruplarının doğrudan indirgenmesiyleya da CO2’in hidrojenle ya da yağlı asitler ve metanol gibi fermantasyon sonucu indirgenmiş diğer ürünlerle ya da varolan karbonmonoksitle doğrudan redüksiyonu yoluyla metan üretilmektedir.

EM®’nin çamur üzerine önemli etkilerinden biri olarak, dahaönce bahsettiğimiz mekanizmalardan ötürü, kokunun yok olmasındanbahsedilmelidir. Ayrıca, partikül boyutunun küçülmesi sonucuçamur hacminde önemli derecede azalma gözlenmektedir.

HAVALANDIRMA HACMİNDE AZALMA(O2 TÜKETİMİ)

EM® mikroorganizmalarıyla anaerobik koşullarda gözlenenetkinlik sayesinde organik maddenin bozunmasında görülen artış nedeniyle tüm organik kütlenin oksidasyonunu sağlamak için gerekli oksijen miktarında azalma olacaktır. Biyolojik reaktöre giren atıksuda hidrolize olmuş organik maddenin bulunması sayesinde biyolojik reaktöre süreklilik arzeden biçimde reaktördeki mikroorganizmaların kolayca sindirebileceği organik madde akışı sağlanmış olur.

SANAYİ VE EVSEL ATIKSU ARITMA TESİSLERİNDE

1.- EM® hem aerobik hem de anaerobik koşullarda yararlıdır. Aerobik arıtma sistemlerinde de biyolojik reaktörden önce dinlendirme ya da çökeltme havuzlarında bir dereceye kadar anaerobik koşullar mevcuttur. Mevcut arıtma sistemlerinde bu koşullar kokuşmaya neden olduğundan dezavantaj gibi görünse de, EM® anaerobik koşullar daha iyi çalıştığından EM®’li arıtmalar için en ideal durumu oluşturmaktadır. Biyolojik reaktörde, en azından 1 ya da 2 ppm çözünmüş oksijen bulunması önem taşımaktadır. Eğer buna dikkat edilmezse, biyolojik reaktördeki mikroorganizmalar değişir ve bu da arıtmayı olumsuz yönde etkileyebilir (özellikle aktif çamur yönteminde).

2.- EM®, birincil ve ikincil çökeltme tanklarında ve çamur sindirme ünitesinde etkili olacaktır. Bazı durumlarda, çökeltme tanklarındaki sedimentasyon hızını %25 ila %50 oranında arttırır. Çamur sindirim süresini ise %10 ila %20 oranında azaltmaktadır. Tabii bu değerler, sizin proses üzerindeki kontrol derecenize göre değişebilir.

3- Önce yarım dozajlamayla başlamalısınız ve planlanan dozajlamayaulaşana kadar arttırmalısınız. Dozajlama artışlarını planlanan

dozajlamaya 4 ila 6 haftada ulaşacak şekilde eşit aralıklarla programlayabilirsiniz. Bu, biyolojik reaktördeki ve arıtma işlemindeki normal mikroorganizmaları değiştirmemek açısından önemlidir. Amacımız onları yok etmek değil EM®mikroorganizmalarıyla birlikte uyum içinde çalışmalarını sağlamaktır. Acele davranarak hedeflenen nihai dozajlamaya hemen ulaşmaya çalışırsanız, atıksudan çıkan arıtılmış su içindeki katı madde oranının artmasına ve ayrıca, biyolojik reaktörde bulking (şişme) denilen soruna yol açabilirsiniz.

4.- H2S, merkaptanlar ve amonyak için havanın analitikolarak kontrolü önem taşımaktadır. EM®, en çok kötü kokularıazaltmak amacıyla kullanılmaktadır. EM® uygulayarak, atıksu arıtma tesislerinde oluşan hidrojen sülfit ve amonyak gazı çıkışı %95 oranında azaltılmıştır.EM®, koku azaltma konusunda çok etkindir.

EVLERDE VE TURİSTİK AMAÇLI KULLANIM

EM®’yi, evlerde, otellerde ve diğer yerlerde de kullanabilirsiniz. En çok kullanım yeri ve şekli aşağıda verilmektedir:

EVLERDE:

Banyo, lavabo ve tuvaletlerde hijyensağlama ve kötü kokuları yok etmek için kullanılabilir. Ayrıca,foseptik çukurlarına uygulanabilir.

OTELLERDE:

Otellerin kötü kokan bazı yerlerinde(merdiven altı ve boşlukları gibi) ve odalarında (ardiye odaları gibi) kötü kokuların giderilmesinde ayrıca havasızlıktan ya da nemden ötürü küf kokan her yerde kötü kokuları yok etmede son derece etkilidir. Lokanta ve otellerin paket arıtmalarının yetersiz olduğu yerlerde de yine yukarıdaki dozajlama oranında başarıyla kullanılmaktadır. KOİ, BOİ ve AKM’yi azaltmaktadır.

DİĞER YERLERDE

Otel ve kamplarda, yinesuyun kalitesini iyileştirmede ve kötü kokuları gidermede kullanılmaktadır.

SONUÇLAR

Atıksuda EM® kullanımı, kötü kokuların yok edilmesi veorganik madde sedimentasyon (çökelme) hızının arttırılması;

KOİ, BOİ ve AKM’nin azaltılması açısından son derece yararlıdır. Ayrıca anti-oksidasyon etkisiyle iyonlaşma bastırılmaktadır.

EM® kullanıldığında, O2 tüketimi azaltılabileceği için işletme maliyeti düşecektir.

Su arıtıldıktan sonra içinde hala EM®mikroorganizmalarını içereceğinden atıksu tesisinden doğaya deşarj edildiği her yerde bitki örtüsü ve çevre açısından büyük iyileşme gözlenecektir.

Bu iyileşme, suyun biyolojik kalitesinin yükselmesinin bir sonucudur.

Atıksu arıtmada EM® kullanımı çok iyi ve etkin sonuçlar veren ucuz bir teknolojidir.

EM® Prosesi

EM®’nin içinde çok sayıda ve çeşitli mikroorganizmalar bulunmaktadır.

Bu mikroorganizmalarbirbirleriyle yarışmadan, birbirlerine baskın çıkmaksızın, biri diğerini destekleyerek birarada yaşamaktadırlar.

Bir mikroorganizmanın salgıladığı madde diğeri için besin oluşturmaktadır.

Fermentasyon mikroorganizmaları, fotosentez bakterileri için mükemmelgıdalarüretmektedir.

Fotosentez bakterileri tarafından salgılanan ATP, diğer mikroorganizmalarcakullanılarak, mükemmel mikroorganizma büyümesi sağlanmaktadır.

Mikroorganizmalar büyürler ve ürerler

Fotosentez bakterilerinin yakaladığı serbest elektronlar atıksu içinde bir antioksidasyon alanı yaratmaktadır.Antioksidasyon alanı iyonlaşma prosesini bastırır. Antioksidasyon alanıpatojenlerin çoğalmasınıbastırır.

Atıksu arıtma tesisinde flokülasyon ve çökelmede artış gözlenirAtıksu temizlenir Mikroorganizmalarca antioksidan maddeler salgılanır

EM®‘in Kullanıldığı Yerler:

  • Atıksu arıtma tesisleri
  • Çöp aktarma istasyonları
  • Kentsel katı atık taşıma araçları , bunların yıkama suları
  • Şehir kanalizasyon ağları , bacaları
  • Katı atık deponi alanları
  • Terfi istasyonları
  • Kanalizasyon ve Foseptikler
  • Açık kanal şeklinde akan dereler
  • Çöp sızıntı suları
  • Kompost Tesisleri
  • Hayvan barınakları
  • Küçük ve büyükbaş hayvan çiftlikleri
  • Çöp odaları,
  • Çöp taşıma araçları ve konteynerleri
  • Çöp işleme tesisleriSintine Temizliği (Tekne ve Gemiler)
  • Balık İşleme Tesisleri
  • Mezbahalar ve et kombinaları
  • Yağ Tutucular
  • Atık Lagünleri
  • Her Türlü koku giderimi
  • Mutfak ve banyo giderleri
  • Gübre yığınları
  • Gübre Çukurları
  • Karada ve suda yağ döküntüleri
  • KOİ, BOİ Yağ ve greslerin giderimi
  • Petrol rafineleri ve maden alanları
  • Kirlenmiş Toprakların Rehabilitasyon
  • Deniz, Dere, Nehir,Göl Rehabilitasyonu
  • Biyolojik ve Yapay Gölet Rehabilitasyonu
  • Dev Akvaryumlar
  • Botanik Göl iyileştirilmesi (Sucul bitkilerin sağlıklı büyümesi ve yosunlaşmanın giderilmesi)

EM’in Çalışma Mekanizmaları

Biyofilm

EM®’nin herhangi bir akarsuda, gölde veya başka bir su havzasında nasıl görev yapacağını ele almadan önce, mikroorganizmaların nasıl yaşama tutunma mücadelesi verdiklerini ve bu amaçla neler yaptıklarına bakmamız gerekir. Bunun da ilk aşaması biyofilm oluşumudur. Biyofilm, mikroorganizmaların kendi salgıladıkları yapışkan bir madde içinde birbirlerine ve/veya çeşitli yüzeylere yapıştıkları maddenin adıdır. Dişlerimiz üzerinde oluşan plaklar, dere taşları üzerinde oluşan kaygan tabaka, çiçeklerin uzun süre içinde beklediği vazonun iç yüzeyini kaplayan tabaka hep birer biofilm oluşumudur. Biofilm, su ile temas eden bütün yüzeylerde oluşur. Üzerine tutunduğu yüzeye sıkıca yapışır, ve yüzeyden uzaklaştırılması veya yok edilmesi oldukça zordur.

Biofilmler tek bir mikroorganizma türü tarafından oluşturulabildiği gibi birden fazla türü de yapısında barındırabilir. Farklı türlerden oluşan biofilmlerde her tür kendi mikrokolonisini oluşturur, bu mikrokoloniler birbirlerinden su kanalları aracılığı ile ayrılmışlardır. Bu su kanalları içinde devameden su akışı besin maddelerinin ve oksijenin difüzyonunu sağlar (Bazı mikroorganizmaların oksijene ihtiyaç duymadıklarını burada önemle belirtmeliyiz).

Su havzalarında özellikle akarsularda serbest yüzen biyofilme de rastlanır. Mikroorganizmalar, kendi ürettikleri hücre dışı polimerik (extracellularpolymericsubstance (EPS)) bir malzemeden oluşan bir matriks içine yerleşirler. BiyofilmdekiEPS’ye sümüksü madde de denir (ama her sümüksü madde biyofilm değildir). Bu madde, genellikle, hücredışı DNA, proteinler ve polisakaritlerin bir araya gelerek çeşitli yapılar oluşturmuş polimerik bir maddedir. Biyofilmler, canlı ya da cansız yüzeylerde oluşabilir ve doğal ortamında mikrobiyal yaşamın en önemli göstergesidir.

Biyofilm Oluşumu

Tarayıcı elektron mikroskobu altında oluşan gerçek bir biyofilm

Biyofilm oluşumu, serbest yüzen mikroorganizmaların herhangi bir yüzeye tutunmasıyla başlar (Bu yüzey, taş, kil, çamur, yaprak, dal veya akarsuların içindeki tutunma için gerekli yüzey özelliklerine sahip bez parçası veya diğer yabancı cisimler de olabilir). Bu ilk koloniler, ilk başta yüzeye zayıf ve tersinir olan Van Der Walsadhezyon kuvvetleriyle bağlanır. Eğer bu ilk koloniler hemen yüzeyden ayrılmazlarsa, pili gibi hücre adhezyonu denilen yapılar aracılığıyla yüzeye kalıcı biçimde kendilerini çıpalarlar. [Hall-Stoodley L, Costerton JW, Stoodley P (February 2004). “Bacterialbiofilms: fromthenaturalenvironmenttoinfectiousdiseases”. Nature Reviews. Microbiology2 (2): 95–108.]

Oluşan ilk koloniler, kendi aralarında çok daha çeşitli şekillerde adhezyon yerleri (yani yapışma yerleri) oluşturarak diğer hücreleri gelip yapışmaya yani koloniyi büyütmeye davet ederler ve biyofilmi bir arada tutacak matriksi inşa etmeye başlarlar. Bazı mikroorganizma türleri, kendi başlarına bir yüzeye yapışamazlar ama kendilerini makrikse ya da daha önceden oluşmuş kolonilere tutturabilirler. İşte bu kolonileşme sırasında hücreler birbirleriyle iletişim kurarlar. Biyofilmin sağlam olması ve biyofilm içindeki besinlerin paylaşımı için birbirleriyle iletişim kurmaya başlarlar.

Kolonileşme bir kere başladıktan sonra, biyofilm, hücre bölünmesi ve akarsuyun içinden biyofilme yeni hücrelerin dahil edilmesiyle, büyümeye devam eder. Biyofilm oluşumunun son aşaması gelişmedir. Bu aşamada biyofilm artık oluşmuştur ve sadece şekli ve boyutu değişebilir.

Biyofilm oluşumunun aşamaları

Biyofilm gelişiminin beş aşaması. Biyofilm gelişiminin her aşaması P. aeruginosabiyofilmi için alttaki fotomikrograflarda (hepsi aynı ölçekte), üstte şematik olarak gösterilmektedir.

Biyofilm gelişiminin beş aşaması vardır.

  1. İlk tutunma
  2. Tersinir olmayan (geri dönüşü olmayan) tutunma
  3. Olgunlaşma I
  4. Olgunlaşma II
  5. Saçılma

Saçılma

Biyofilm kolonilerinden hücrelerin saçılması biyofilmin yaşam döngüsünün önemli bir aşamasıdır. Saçılma sayesinde, biyofilmler yeni yüzeylere yayılır ve kolonize olur. Saçılma olayında, biyofilmi bir arada tutuan polimer matriksindispersin B ve deoxyribonuclease gibi bazı enzimler tarafından parçalanması rol oynayabilir.

[Referans: Kaplan JB, Ragunath C, Ramasubbu N, Fine DH (August 2003). “Detachment of Actinobacillusactinomycetemcomitansbiofilmcellsby an endogenous beta-hexosaminidaseactivity”. Journal of Bacteriology185 (16): 4693–8. doi:10.1128/JB.185.16.4693-4698.2003. PMID 12896987. ve Referans:  Izano EA, Amarante MA, Kher WB, Kaplan JB (January 2008). “Differentialroles of poly-N-acetylglucosaminesurfacepolysaccharideandextracellular DNA in StaphylococcusaureusandStaphylococcusepidermidisbiofilms”. AppliedandEnvironmentalMicrobiology74 (2): 470–6. doi:10.1128/AEM.02073-07. PMID 18039822.]

EM® ile kötü kokuların yok edilmesi

Kirlenmiş bir nehirde veya başka bir su havzasında başlıca kirlilik aşırı organik madde birikiminden kaynaklanmaktadır. Derelerdeki mikroorganizmalar normalde organik atıklarla baş edebilir ancak atıkların miktarı artınca sorun çıkmaktadır!

Başlıca Organik Yük :  Karbonhidratlar veProteinlerden oluşmaktadır.

Oksidasyonla Parçalanma/Çürüme sonucu organik madde ortamdaki oksijeni kullanarak aşağıda okla gösterilen yönde parçalanır:

Karbonhidratlar  Karbondioksit + Su

Proteinler Amino asitle Amonyak NitritNitrat

Yukarıdaki her aşamada oksijen gerekmektedir. Deredeki organik madde yükü çok yüksek olunca erimiş oksijen biter ve yukarıdaki reaksiyonlar tamamlanamaz. Bu reaksiyonların devam edebilmesi için ortamda, açığa çıkan elektronu alacak erimiş oksijen olmalıdır. (Erimiş oksijen elektronu alır ve aşağıdaki reaksiyonda su yapmak için kullanır.)

O2 + 4H+ + 4e-  2H2O

Kirlenmiş suda oksijen çok azaldığında ya da tükendiğinde, pütrifikasyon (kokuşma) başlar. Organik maddenin parçalanmasıyla açığa çıkan elektronu alacak oksijen kalmamıştır. Bu yüzden, organik maddeden gelen elektron hidrojen sülfit ve amonyak gibi zararlı ve kötü kokuya neden olan bileşiklerin üretilmesinde kullanılır. Bu bileşiklerin oluşumunda zararlı mikroorganizmalar rol oynarlar.

Zararlı mikroorganizmalar mevcut organik maddeyi kullanarak koku yapan uçucu bileşiklere indirgeyebilirler! (Kükürtlü ve Azotlu bileşiklerin hidrojen sülfit ve amonyağa redüksiyonu). Bu duruma kokuşarak parçalanma diyoruz. EM ilavesi bu olayın önüne geçer ve organik maddenin fermantasyon yoluyla antioksidan maddeler, doğal vitaminler, doğal antibiyotikler, doğal hormon ve biyolojik aktif maddeler gibi canlılar için son derece faydalı yararlı bileşikler oluşturarak parçalanmasına neden olur. Bir başka deyişle, bu kez organik madde parçalanırken açığa çıkan elektron, bu yararlı bileşiklerin oluşumunda kullanılır ve böylece zararlı ve kötü kokan gazların oluşumu önlenmiş olur.

Koku Giderim Mekanizması

EM® uygulandığı andan itibaren kokuşarak parçalanma fermantasyon yoluyla parçalanmaya dönüşür!

  1. EM® organik maddeyi kontrol altına alır. Oksidasyonmikroflorasını bastırarak, ortama fermantasyonmikroflorasının hakim olmasını sağlar. Kokuşup çürüyerek bozunmanın önüne geçilmiş olur. Kokuşma sırasında hidrojen sülfit, amonyak ve merkaptanlar gibi uçucu bileşikler oluşturarak kötü kokular üreten mikroflora () yerini antioksidan maddeler, vitaminler, yararlı biyoaktif maddeler üreten fermantasyonmikroflorasına bırakır. Organik maddenin parçalanırken verdiği elektron bu bileşiklerin oluşumunda kullanılır.
  2. Mevcut hidrojen sülfit ve kükürt ayrıca EM® içindeki fototropik bakteriler tarafından, mevcut amonyak ise yine EM® içindeki nitrifiye edici bakteriler tarafından besin olarak kullanılır ve konsantrasyonları azalır. Bu da kötü kokuların yok edilmesinde olumlu rol oynar.
  3. Yağların bozunması/oksidasyonu sırasında ortaya çıkan ve kötü kokulardan sorumlu olan diğer bileşiklerin oluşmasından da EM®’ninantioksidasyon etkisi sayesinde kaçınılmış olur.

Uygulamanın başında (ilk birkaç gün) suyun türbiditesinde (bulanıklık) bir artış görülecektir. Burada merak edecek birşey yoktur ve bu normaldir. Çünkü EM® içindeki mantarlar ilk başta miselyum (Mycelium) oluştururlar.

Miselyumun Taramalı Elektron mikroskobunda çekilmiş fotoğrafı (X500)

Miselyum, bildiğimiz mantarların toprak altında kalan birbirine dolaşmış ince dallar halinde ipliğimsi hiflerine verilen isimdir. Bu daha çok birbirine dolaşmış bir yumak şeklindedir. EM içindeki mikroorganizmaların miselyumu suda geliştiğinde önce suyun türbiditesini artırır. Miselyum sudaki organik kirliliği absorblar ve zamanla çökelir. Miselyumun besinleri tüketmesi şu şekilde gerçekleşir: Önce hifler besin üzerine bazı enzimler salgılar. Bu enzimler besinleri daha basit moleküller haline parçalar (kompleks C ve H zincirleri içeren büyük moleküller daha basit moleküllere parçalanır) ve takiben bu moleküller miselyum tarafından difüzyon yoluyla absorblanır. Miselyumun birçok ekosistemin son derece önemli bir bileşeni olduğu herkesçe bilinmektedir. Birçok bitkinin su ve besin alımını artırdığı gibi, organik maddenin parçalanmasında da son derece önemli rol oynamaktadır. Herhangi bir ekosistemdeki mantarların birincil görevlerinden biri organik bileşiklerin parçalanmasıdır. Aynı şekilde, mantarlar, topraktaki petrol bileşiklerini ve pestisitleri ve deterjanı da parçalamaktadır. Ayrıca, deterjanlardan gelen polifosfatların arıtımı için fosfatların uzaklaştırılması bölümüne bakınız. Miselyum yumaklarının (Mycelium Mat) su arıtımında biyolojik filtre olarak kullanımı da önerilmiştir (Bakınız Paul Stamets, MyceliumRunning: How Mushrooms Can Help Savethe World[Mantarlar Dünyayı Kurtarmaya Nasıl Yardımcı Olur] (2005, ISBN 1-58008-579-2)). Bu tür filtrasyonaMikofiltrasyon (Mycofiltration) denmektedir. EM, hem miselyumlar aracılığıyla hem de iyonlaşmayı bastırıcı etkisi nedeniyle (Askıda katı maddeden sorumlu kolloidal maddenin genellikle negatif yük taşıdığını belirtmeliyiz!) AKM’yi azaltır.

EM® ile KOİ ve BOİ’de azalma

KOİ ve BOİ suyun kimyasal ve organik kirliliğini ölçen parametreleridir. Organik maddeyi parçalayan mikroorganizmalar, KOİ ve BOİ’den sorumlu kirlilik yaratan bu maddeleri besin olarak kullanmaktadır. Ortam mikroorganizmaların yaşaması için uygun olduğunda ortamda kirlilik de (besin) varsa, mikroorganizmalar hızla çoğalacak ve kirliliği yaratan maddelerle beslenerek suyun KOİ ve BOİ’sinin düşmesine neden olacaktır. Su içindeki mikrobiyel aktivite devam ettiği sürece arıtma da devam edecektir. Mikroorganizmalar, yaşamlarını engelleyecek başka sınırlamalar yoksa, bizim kirlilik dediğimiz su içindeki besin maddelerini tüketene kadar yaşamlarına devam edecekler. Ortamda besin kalmayınca da kendi kendilerine yok olacaklardır.Sürekli organik kirliliğin geldiği ekosistemlerde organik maddenin tamamen tükenmesini beklemek biraz iyimserlik olur. Çoğunlukla organik madde tükenmeden önce, herhangi  başka bir sınırlayıcı nedenden ötürü mikroorganizmaların ölmesi daha büyük bir olasılıktır. O yüzden, ekosisteme mikroorganizmaların sürekli ilave edilmesi gerekecektir. 

EM® ile nitratın uzaklaştırılması

Nitratın Uzaklaştırılması:

Göl, gölet, yapay gölet ve akarsularda  büyük ölçüde kirlilikten sorumlu olan organik madde, doğada fotosentez sonucu üretilmiştir. Organik madde doğada üretilirken (bitkiler tarafından) güneş ışınları vasıtasıyla aşağıda özet olarak belirtilen fotosentez reaksiyonu yoluyla bünyesine enerji alır. Bitkiler güneşten enerji topraktan da kökleri vasıtasıyla su ve besin alarak organik madde üretirler. İşte bu enerji yeryüzünde yaşamı mümkün kılmıştır. Hayvanlar ve İnsanlar bitkileri yiyerek yaşamaları için gerekli enerjiyi alırlar.

Fotosentez:(güneş ışını)

CO2(g) + H2O(s) CH2O(k)  + O2(g)   DG= +475 kJml-1

Organik maddenin çürümesi sırasında ise, bu enerji açığa çıkar

1Organik Maddenin Çürümesi (aerobik ortamda):

CH2O(k)  + O2(g) CO2(g) + H2O(s)  DG= -475 kJml-1

EM, içindeki aerobik mikroorganizmalar sayesinde aerobik ortamdaki çürümeyi de hızlandırır! Ama bizim için başlangıçta bundan daha önemli olan anaerobik ortamdaki çürümedir.

Anaerobik ortamda organik maddenin çürümesi aşağıdaki reaksiyonlarla mümkündür:

Organik Maddenin Çürümesi (anaerobik ortamda):

Denitrifikasyon:

5CH2O(k)  + 4NO3-(s) CO2(g)+ 3H2O(s) + 4HCO3-(s) + 2N2   DG= -448 kJml-1

Mangan redüksiyonu:

CH2O(k)  + 3CO2(g) + H2O(s) + 2MnO2 2Mn2++ 4HCO3-(s) DG= -349 kJml-1

Demir redüksiyonu:

CH2O(k)  + 7CO2(g) + 4Fe(OH)3   4Fe2+ + 8HCO3-(s) + 3H2O(s) DG= -114 kJml-1

Sülfat redüksiyonu:

2CH2O(k)  + SO42-       H2S   + 2HCO3-(s) DG= -77 kJml-1

Metan ayrışması:

CH2O(k)          CH4 + CO2(g)   DG= -58 kJml-1

Bu reaksiyonların hepsi su içindeki mangan, demir, sülfat ve nitrat konsantrasyonlarına da bağlı olarak bir dereceye kadar oluşabilir ancak enerji açısından en tercih edilen reaksiyon denitrifikasyondur. Denitrifiye edici bakterilerin etkisiyle gerçekleşen bu tepkimede açığa çıkan enerji (organik madde fotosentez ile oluşurken güneşten aldığı enerji) EM içinde bulunan denitrifiye edici bakteriler tarafından hücre sentezinde kullanılır. Aşağıda verilen doğadaki azot çevrimine bakıldığında, Özellikle çevrimin sağ tarafında bulunan nitratın denitrifiye edici bakterilerle gaz halinde azota dönüştürüldüğü görülmektedir.

Doğadaki Azot Çevrimi

Denitrifikasyon anaerobik koşullarda olur. Ortamda oksijen olmadığı için gerekli oksijen nitrat ve nitritten sağlanır. Denitrifikasyon sonucu gaz halinde azot açığa çıkar. Bu arada, doğal olarak EM ilavesiyle denitrifikasyon olayı sonucu nitrit ve nitrat miktarında azalma gerçekleşir.

NO3        NO2       NO         N2O        N2     

DenitrifikasyondaAchromobakteriler, Aerobakteriler, Alkaligenler, Basilus, Brevibakteriyum, Flavobakteriyum, Laktobasilus, Mikrokokus, Proteus, Psödomonas ve Spirilyum mikroorganizmaları rol oynarlar ki bunların çoğu EM içinde de mevcuttur.

Azotun (N) uzaklaştırılmasında EM®’nin etkisi

1- EM®, içindeki birbirlerini destekleyen mikroorganizmalar sayesinde amonifikasyonu, nitrifikasyonu ve denitrifikasyonu son derece hızlandırır.

2- Fitoplanktonların besini olarak kullanılır (EM® ile daha çok besin alırlar.)

3- EM® mikroorganizmaları ve deredeki diğer mikroorganizmalar büyümek için besin olarak kullanırlar (protein). Su ortamında EM® mikroorganizmaları bulunduğunda  diğer yerli mikroorganizmalar daha çok besin alırlar. Hücre sentezi için gerekli enerji yukarıda belirtilen denitrifikasyondan sağlanır.

4- EM®’nin sudaki Askıda Katı Maddeyi (AKM) azaltması nedeniyle partiküller üzerine adsorblanmış nitrat da azaltılmış olur.  

5- Bokashi toplarının üzerine adsorblanma ve biyolojik alım.

Fosfatın Uzaklaştırılması:

Fosfor, tüm canlıların yaşamlarını devam ettirebilmek için kullandıkları doğal bir element ve besindir. Akarsu ve göllere karışması tarım arazilerinden süzülen sular ve vücut dışkıları ve gıda kalıntıları yoluyladır. Göl ve Akarsularda genellikle ortofosfatlar şeklindedir. H2PO4, HPO4 veya PO4. Deterjanlardan gelen polifosfatlar kararsızdır ve ortofosfatlara dönüşür.

Azottaki gibi bir uzaklaştırma yolu (denitrifikasyon) olmadığından fosfatların uzaklaştırılması farklıdır. Atıksu’dan, sulak alanlarda fosforun uzaklaştırılması fiziksel, kimyasal ve biyolojik proseslerin birleşimiyle olur. P, vejetasyon ve toprakta birikir. Burada biyolojik alım ve kimyasal bağlanma söz konusudur. Düşük pH’lı sulak alanlarda Demir ve Alüminyum fosfat mineralleri oluşturur. Yüksek pH’larda ise, kalsiyum fosfat oluşur. Partikül halindeki organik P, hem Bokashi toplarında hem de su kolonunda EM’nin AKM’yi azaltması etkisiyle çökeltilerek ya da mikroorganizmalar tarafından sentezlenerek uzaklaştırılır. Hem partikül halindeki hem de suda erimiş olan organik P, biyolojik olarak inorganik P’a parçalanır (mineralizasyon). EM bu mineralizasyon sürecini hızlandırır. Bunu takiben de biyolojik ve kimyasal proseslerle uzaklaştırılır.

Fosfatların giderilmesi – Mekanizmalar

* EM® Mikroorganizmalarının doğrudan alımı (Hücre duvarı ve  DNA)

* Bokashi topları üzerine adsorbsiyon

* Fitoplanktonların alımı (EM® ile daha yüksek oranda) EM® ile dolaylı olarak fitoplankton sayısının ve  çeşitliliğinin yüksek oranda artacağı unutulmamalıdır. (EM®’nin organik maddeden ürettiği yaşamı destekleyen yararlı biyolojik maddeler sayesinde)

* EM®’nin AKM’yi azaltma etkisiyle partiküller üzerindeki ve partikül halindeki fosfatların çökeltilmesi. 

* Kompleks bileşik oluşturma (Fe, Al) ve çökelme (EM® hızlandırır)

BOKASHİ TOPLARI

“Bokashi” Japonca’da fermante olmuş organik madde demektir. Bokashi Topu;Bentonit, Kil, EM® Seramik Tozu,Klorsuz Su, Şeker Kamışı Melası ve Etkin Mikroorganizma®EM.1®  kullanılarak homojen olarak karıştırılır ve bu karışımdan 150-300 gr ağırlığında toplar yapılarak güneş görmeyen  ılık bir ortamda üzerinde beyazlanmalar oluşana kadar fermente edilir.

Deniz, Göl, Gölet, Yapay Gölet, Biyolojik Gölet, Nehir, Dere, Çay,Arıtmalar ve Sulak Alanların Dip çamuruna Etkin Mikroorganizma® (EM®) aşılamak için m2’ ye 2-4 adet Bokashi Topu atılmalıdır. Bokashi topları devamlı kendi kendine EM® üreten bir depo gibi davranmaktadır. Bokashi toplarının malzemesi içinde bulunan kil tabakaları arasına yuvalanan Etkin Mikroorganizmalar® ortamda organik madde (kirlilik) olduğu sürece bir fabrika gibi üremeye devam edeceklerdir.

EM Prosesi

EM’nin içinde çok sayıda ve çeşitli mikroorganizmalar bulunmaktadır. Bu mikroorganizmalar birbirleriyle yarışmadan, birbirlerine baskın çıkmaksızın, biri diğerini destekleyerek birarada yaşamaktadırlar. Bir mikroorganizmanın salgıladığı madde diğeri için besin oluşturmaktadır.

  • Fermentasyon mikroorganizmaları, fotosentez bakterileri için mükemmel gıdalar üretmektedir. •Fotosentez bakterileri tarafından salgılanan ATP, diğer mikroorganizmalarcakullanılarak, mükemmel mikroorganizma büyümesi sağlanmaktadır.

Water System Improvement and Biodiversity Recovery